Bir varmış bir yokmuş. Evvel zaman içinde
kalbur saman içinde, zamanın birinde, balta girmemiş derin ormanların en dip, en uzak köşesinde kocaman bir dağ varmış. Bu
dağ o kadar uzaktaymış ki şimdiye kadar yanına, yakınına gelen hiç olmamış. Bu
başı her daim karlı dağın içinde , neredeyse kainatın başlangıcından beri orda olan ama kimsenin orda
olduğunu bilmediği bir dev yaşarmış. Opus!
Opus öylesine büyük , öylesine büyükmüş ki iki yaşına
geldiğinde annesinden ve babasından
daha iriymiş.Kendi annesi babası
bile ondan korkmuşlar ve Opus’u; büyüdüğünde içeri girerken kafasını eğmek zorunda kaldığı o koca dağda,
terkedip gitmişler. O günden sonra, ana sütünden yoksun baba sevgisinden uzak,
hiç oyun oynayamadan, hiç arkadaşı olmadan tek başına büyümek zorunda kalmış
zavallıcık. Ailesinin onu neden terkettiğini bir türlü anlayamaz, her gece
yatağında ağlayıp dururmuş ve sonunda Opus kaderine, dünyaya ve en çok da
kendine küsmüş korkunç bir deve dönüşmüş.
Zavallıcığın bedeni büyümüş
büyümesine de içindeki çocuk hep ağlamış, üzgün kalmış.
Gövdesi dağlardan büyük , kalbi çocuk kızgın
dev Opus’un en büyük zevki, hergün güneşin doğuşuyla kalkıp, hiddetle ormana
dalmak ve analarının kucağında tatlı uykulara dalan yavru hayvanları, büyük
küçük demeden bulup öldürmekmiş. Annesi babası olan herkesi çok kıskanır, bu
dünyada eline geçen her yavruyu yetim bırakmak için kendi kendine yeminler
edermiş. Sonunda ormandaki tüm anne babalar uzaktaki o kocaman dağın içinde yaşayan bu korkunç dev hakkında konuşmak için toplanmışlar. Uzun uzun ne yapacaklarını düşünmüşler,
tartışmışlar. Sonunda onlar uyurken üstlerini şefkatle örten, gün doğmadan yaprakların
üstüne şebnem damlaları bırakan, merhametli orman perisinden yardım istemeye
karar vermişler. Ama gel gör ki merhametli Orman perisi sadece geceleri
uyanıkmış. Herkes uykuya daldığında uyanır, bu ormanda nefes alan her bir canlının gözlerine, içinde
şefkat olan rüyalar serpermiş. Bazı hayvanlar sadece gündüzleri ayakta olan,
geceleri uyuyan devle perinin konuşmasının imkansız olduğunu, mümkün olsaydı
zaten orman perisinin çoktan Opus’u sihirle altetmiş olacağını söylemişler. Ama
yine de ellerinden birşey gelmediğinden yapılacak tek şeyin periden yardım
istemek olduğuna karar vermişler.
Orman perisine olanları anlatmak için baykuşu
görevlendirmişler. Baykuş onu bulduğunda peri, ormanın içinden geçen nehrin üzerinde biraz ay ışığı ve biraz da sihirle muhteşem yakamozlar yapmakla
meşgulmüş. Peri baykuşun anlattıklarını dinlemiş dinlemiş dinlemiş ve merak
etmemesini gidip devle konuşup derdinin ne olduğunu öğreneceğini söylemiş. Peri
de aslında uzun zamandır Opus’un yaptıklarından haberdarmış haberdar olmasına
da, biri gündüz biri gece yaşadığı için bu kızgın devi konuşarak ikna
edemeyeceğini de biliyormuş.
O gece orman perisi herkesin üstünü örtüp,
gözlerine her zamanki gibi tatlı rüyalar serptikten sonra Opus’un evine gitmiş
ve yatağının başında sabaha kadar
oturmuş. Uyurken Opus’un saçlarını okşamış ve bu kalbi kırık devin derdinin ne olduğunu anlamak için çok terlediği ve ağlamaklı sesler
çıkardığı bir anda rüyasına girivermiş. Zavallı Opus rüyasında annesinin
babasının onu bırakıp gittiği sabah olanları görüyormuş yine. Hıçkırıklar içinde ağlayarak,
arkalarından çaresizce baktığı o sabahı... Merhametli orman perisi kendini
sihirle Opus’tan da büyük yapmış ve
yeryüzünde yağmur sanılacak kadar şiddetle hıçkırıklara gömülmüş
zavallıcığı kucaklamış. Onu öpmüş, sarılmış ve artık yalnız olmadığını fısıldamış
kulağına. Sonra bebek Opus’un elinden tutup onu ormanda gezintiye çıkarmış. Ona
rüzgar ve güneşle tanıştırmış önce, sonra kalbine küçücük bir neşe tohumu
atmış. Sonra da artık yüzü gülen bu dev bebeği orman sakinlerinin rüyalarına
sokmuş. Hepsiyle tanıştırmış, birlikte oyunlar oynamışlar. Hiçbir hayvan Opus’tan
korkmamış hatta, yanında peri olduğu için onu daha da sevmişler.
Sabah olduğunda Opus, kime ait olduğunu ve
nerden geldiğini bir türlü anlayamadığı o ağlama sesinin kesildiğini farketmiş.
O ses kesildiğinden bu sefer sabah şarkılarını söyleyen kuşları duymuş. Dışarı
çıkıp baktğında dünyanın ne kadar güzel ve ne kadar büyük olduğunu görmüş.
Kendi bedeni bu kocaman dünyanın içinde çok minik gözükmüş ona. Şaşırmış. O gün
hiç inmemiş ormana. Daha sonraki günlerde de.. Çünkü gördükleri, duydukları ve
hissettikleri öylesine başını döndürmüş ki bütün gün başı karlı dağın üstüne
oturup, hayran hayran ona güzel şarkılar söyleyen şu koca dünyayı seyretmiş
durmuş..
Bambaşka düşünüp bambaşka hissediyormuş artık.
Yaptıklarını hatırlayıp orman sakinlerinden özür dilemeye karar vermiş. Ormana
gittiğinde Perinin rüyalarında tanıştırdıkları Opus’u hiç kimse yadırgamamış. Onunla oynayıp
ormanın en güzel yerlerinde gezdirmişler. O günden sonra ormandaki bütün
arkadaşları onu Neşeli Opus diye çağırmaya başlamış.
Ve gündüzleri arkadaşlarıyla geceleri de merhametli perinin yanında neşe ve
mutluluk içinde yaşamış.
Onlar ermiş muradına biz çıkalım kerevetine.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder