15 Şubat 2011 Salı

OPUS


Bir varmış bir yokmuş. Evvel zaman içinde kalbur saman içinde, zamanın birinde, balta girmemiş derin ormanların   en dip, en uzak  köşesinde kocaman bir dağ varmış. Bu dağ o kadar uzaktaymış ki şimdiye kadar yanına, yakınına gelen hiç olmamış. Bu başı her daim karlı dağın içinde , neredeyse kainatın başlangıcından  beri orda olan ama kimsenin orda olduğunu bilmediği bir dev yaşarmış. Opus!  


Opus öylesine büyük , öylesine büyükmüş ki iki yaşına geldiğinde  annesinden ve babasından daha iriymiş.Kendi annesi  babası bile ondan korkmuşlar ve Opus’u; büyüdüğünde  içeri girerken kafasını eğmek zorunda kaldığı o koca dağda, terkedip gitmişler. O günden sonra, ana sütünden yoksun baba sevgisinden uzak, hiç oyun oynayamadan, hiç arkadaşı olmadan tek başına büyümek zorunda kalmış zavallıcık. Ailesinin onu neden terkettiğini bir türlü anlayamaz, her gece yatağında ağlayıp dururmuş ve sonunda Opus kaderine, dünyaya ve en çok da kendine küsmüş korkunç bir deve dönüşmüş.


 Zavallıcığın bedeni büyümüş büyümesine de içindeki çocuk hep ağlamış, üzgün kalmış.
Gövdesi dağlardan büyük , kalbi çocuk kızgın dev Opus’un en büyük zevki, hergün güneşin doğuşuyla kalkıp, hiddetle ormana dalmak ve analarının kucağında tatlı uykulara dalan yavru hayvanları, büyük küçük demeden bulup öldürmekmiş. Annesi babası olan herkesi çok kıskanır, bu dünyada eline geçen her yavruyu yetim bırakmak için kendi kendine yeminler edermiş. Sonunda ormandaki tüm anne babalar  uzaktaki o kocaman  dağın içinde yaşayan bu korkunç  dev hakkında konuşmak için toplanmışlar. Uzun uzun  ne yapacaklarını düşünmüşler, tartışmışlar. Sonunda onlar uyurken üstlerini şefkatle örten, gün doğmadan yaprakların üstüne şebnem damlaları bırakan, merhametli orman perisinden yardım istemeye karar vermişler. Ama gel gör ki merhametli Orman perisi sadece geceleri uyanıkmış. Herkes uykuya daldığında uyanır,  bu ormanda nefes alan her bir canlının gözlerine, içinde şefkat olan rüyalar serpermiş. Bazı hayvanlar sadece gündüzleri ayakta olan, geceleri uyuyan devle perinin konuşmasının imkansız olduğunu, mümkün olsaydı zaten orman perisinin çoktan Opus’u sihirle altetmiş olacağını söylemişler. Ama yine de ellerinden birşey gelmediğinden yapılacak tek şeyin periden yardım istemek olduğuna karar vermişler.


Orman perisine olanları anlatmak için baykuşu görevlendirmişler. Baykuş onu bulduğunda peri,  ormanın içinden geçen nehrin üzerinde biraz ay ışığı ve  biraz da sihirle muhteşem yakamozlar yapmakla meşgulmüş. Peri baykuşun anlattıklarını dinlemiş dinlemiş dinlemiş ve merak etmemesini gidip devle konuşup derdinin ne olduğunu öğreneceğini söylemiş. Peri de aslında uzun zamandır Opus’un yaptıklarından haberdarmış haberdar olmasına da, biri gündüz biri gece yaşadığı için bu kızgın devi konuşarak ikna edemeyeceğini de biliyormuş.
O gece orman perisi herkesin üstünü örtüp, gözlerine her zamanki gibi tatlı rüyalar serptikten sonra Opus’un evine gitmiş ve yatağının başında sabaha kadar  oturmuş. Uyurken Opus’un saçlarını okşamış ve bu kalbi kırık devin  derdinin ne olduğunu anlamak için  çok terlediği ve ağlamaklı sesler çıkardığı bir anda rüyasına girivermiş. Zavallı Opus rüyasında annesinin babasının onu bırakıp gittiği  sabah olanları görüyormuş yine. Hıçkırıklar içinde ağlayarak, arkalarından çaresizce baktığı o sabahı... Merhametli orman perisi kendini sihirle Opus’tan da büyük yapmış ve  yeryüzünde yağmur sanılacak kadar şiddetle hıçkırıklara gömülmüş zavallıcığı kucaklamış. Onu öpmüş, sarılmış ve artık yalnız olmadığını fısıldamış kulağına. Sonra bebek Opus’un elinden tutup onu ormanda gezintiye çıkarmış. Ona rüzgar ve güneşle tanıştırmış önce, sonra kalbine küçücük bir neşe tohumu atmış. Sonra da artık yüzü gülen bu dev bebeği orman sakinlerinin rüyalarına sokmuş. Hepsiyle tanıştırmış, birlikte oyunlar oynamışlar. Hiçbir hayvan Opus’tan korkmamış hatta, yanında peri olduğu için onu daha da sevmişler.

Sabah olduğunda Opus, kime ait olduğunu ve nerden geldiğini bir türlü anlayamadığı o ağlama sesinin kesildiğini farketmiş. O ses kesildiğinden bu sefer sabah şarkılarını söyleyen kuşları duymuş. Dışarı çıkıp baktğında dünyanın ne kadar güzel ve ne kadar büyük olduğunu görmüş. Kendi bedeni bu kocaman dünyanın içinde çok minik gözükmüş ona. Şaşırmış. O gün hiç inmemiş ormana. Daha sonraki günlerde de.. Çünkü gördükleri, duydukları ve hissettikleri öylesine başını döndürmüş ki bütün gün başı karlı dağın üstüne oturup, hayran hayran ona güzel şarkılar söyleyen şu koca dünyayı seyretmiş durmuş..
Bambaşka düşünüp bambaşka hissediyormuş artık. Yaptıklarını hatırlayıp orman sakinlerinden özür dilemeye karar vermiş. Ormana gittiğinde Perinin rüyalarında tanıştırdıkları Opus’u hiç  kimse yadırgamamış. Onunla oynayıp ormanın en güzel yerlerinde gezdirmişler. O günden sonra ormandaki bütün arkadaşları onu Neşeli Opus diye çağırmaya başlamış.
Ve gündüzleri arkadaşlarıyla geceleri de  merhametli perinin yanında neşe ve mutluluk içinde yaşamış.
Onlar ermiş muradına biz çıkalım kerevetine.




Hiç yorum yok: