30 Temmuz 2011 Cumartesi


Birden bire hatırladım. Onca yıl sonra. Yıllar önce gördüğüm o rüyayı. Nasıl oldu bu? Hem bir  ferahlık duygusu hem bir sıkıntı. Ruhum haberim olmadan nerelere gidiyor, kimlerle neler konuşuyor ve  kimlere ne sözler veriyor?  nerelere bağlı? Daha çocukken gördüğüm o rüyaya bağlıymış işte. Sıkı sıkı bağlıymış... Bugün bunu hissetmek, bilmek. Korkuyorum. Neden korktuğumu bilmemek daha da korkutucu. Bilirsin. Yaşamışsındır. Herkes bilir. İnsan değil misin? Bilirsin. Gölgelerin gücü adına ben güçsüzüm artık. Nooldu? Gözlerin gölgelendi? Hep hızlı ve karmaşığım değil mi? Sen değil misin sanki?
Biliyorum. Sen de korkuyorsun. Bil. Aynı gemideyiz ve ben de korkuyorum.

20 Nisan 2011 Çarşamba

Hastane Penceresinden

Yaklaşmakta olan buluta baktı. Hızla yaklaşmakta olan buluta baktı. Pencerenin dışında sesiyle gücünü hissettiren rüzgar, bulutun olduğu yükseklikte daha acımasız esiyor olmalıydı.

Rüzgar ittiği bulutun şeklini değiştiriyordu.  Yan yatmış bir şişe iken, ucunda kanca olan takma bir korsan koluna doğru ve ondan da bir köpeğe doğru...

Hayatının son günleri olduğunu hissediyordu. Kendini buluta benzetti. Rüzgarı zamana. Arkadan ittiren rüzgar onu da şekilden şekile sokmuştu.

Odanın içindeki ışık azaldı. gökyüzüne baktı. Yağmuru düşündü. Geliyordu.  Kendi yağmurunu. Ben de bir bulutum diye düşündü. Yağmurdan önceki son şekil, yataktan gökyüzüne bakan yaşlı bir adamdı işte..

O gece yağmur  hiç durmadı. Yağdı.

25 Şubat 2011 Cuma

İf İstanbul günlüğü- 24 Şubat Perşembe







Leslie Fiest! Bu yaz tanıştım kendisiyle. Hemen arkadaş olduk. Önce  adının nasıl söylendiği  konusunda kararsız kaldım. Kimileri 'fist', kimileri de 'fayst' diyordu. Sonra bu konuya kendisi açıklık getirdi. Grooveshark'ta şarkılarını üst üste dinlediğim bir pazar sabahı konserlerinden birinde adıyla ilgili yaptığı şakalardan öğrendim ki doğru telaffuz 'fayst'mış...
İlk zamanlar en çok Gatekeeper'ı, sonra hepsini teker teker çoook dinledim.


İf istanbul gururla sundu dün akşam. Ben de zevkle izledim ve dinledim. Reminder albümünün yapılışı, meydana gelişi üzerine bir belgesel. Önce filmin adı yüzünden (Look at the light did now- Baksana ışık ne yaptı) gösterilerindeki ışıklar hakkında olduğunu düşündüm.
Evet gösterilerde Fiest'ın hayal ettiği ışık oyunları ve bu işte çalışan artistin görüşleri var ve bundan bol bol bahsediliyor ama anladım ki filmin adında bahsedilen ışık, o ışık değil. Filmde bahsedilen ışık birlikte yaratmanın ışığı.

23 Şubat 2011 Çarşamba

İf İstanbul günlüğü- 23 Şubat Çarşamba

Güzel bir akşamdı. Önce saat 19:30'da W. S Burroughs: A Man Within ve 21:30'da Les Amours İmaginaires - Hayali Aşklar.

Burroughs  belgeseli 25 yaşındaki Lony Leyser tarafından çekilmiş.Gösterimden önce, film bitince sorular için yönetmenin orda olduğunu anons ettiler. Maalesef diğer filme yetişmek ve arada kazınan mideleri doldurmak için çıkmak zorunda kaldık. Sonra akşam youtube'tan birkaç ropörtajını izledim. Tam bir hiperaktif ve belli ki güzel şeyler yapmaya devam edecek Lony Leyser'ın de eşcinsel olması bence tesadüf değil.


22 Şubat 2011 Salı

İf İstanbul günlüğü- 22 Şubat Salı

İf günleri devam ediyor.. Fitaş salon 4'de izlediğim filmlere tatlı bir boyun ağrısı eşlik etmekte.O koca salonda G ve H sıralarında bilet aldığım için.

Pazar günü Yunan yapımı Kara Çayır maalesef iyi bir deneyim olmadı. 16. yy.da Osmanlı İmparatorluğu toprakları içinde Yunanistan'da geçiyor. Manastorda yaşayan bir rahibenin hikayesi. Hikayenin işleniş biçimi son derece atıl ve sıkıcıydı.
Dün akşam 21:30 seansında boynum ağrıyarak  (G-17) ve zevkle izlediğim Tom Tykwer filmi 'Üç'; konusu ve bence sanatı eşsiz kılan unsur olan, konunun işleniş biçimiyle harikaydı.

17 Şubat 2011 Perşembe

İf İstanbul günlüğü- 17 Şubat Perşembe

İlk defa layıkıyla bir film festivali takibi yapabiliyorum. Umarım aynı performansı İstanbul film festivalinde de gösterebilirim. Bir çoğuna yalnız gidecek olduğum 15 tane film var. Az önce birini izledim kaldı 14.
Bakalım hepsini izleyebilecek miyim? Yoksa heyecanla üst üste 3 filmin biletini alırken düşünmediğim şeyler geliyor aklıma şimdi. Yorgunluk, derslerin olduğu gelecek çarşambayı filmlerle doldurmak gibi, iyi organize olamadığım durumlar söz konusu. Neyse ben bugün ilk filmle İf'e giriş yaptım. Bakalım ne gibi maceralardan geçicez.

15 Şubat 2011 Salı

OPUS


Bir varmış bir yokmuş. Evvel zaman içinde kalbur saman içinde, zamanın birinde, balta girmemiş derin ormanların   en dip, en uzak  köşesinde kocaman bir dağ varmış. Bu dağ o kadar uzaktaymış ki şimdiye kadar yanına, yakınına gelen hiç olmamış. Bu başı her daim karlı dağın içinde , neredeyse kainatın başlangıcından  beri orda olan ama kimsenin orda olduğunu bilmediği bir dev yaşarmış. Opus!  

Otobüs


Sadece bir an için düşüncelerimi durdurabilseydim.Tek bir an.An denen o nokta, sonsuzluğa açılan o kapı ve hemen kapansın razıyım.Bir an için okyanusu hissetsem.Yola devam etme gücü.O noktacıkta dinlenebilmek. Aklıma gelen şeyler,zihnimin içinde birbirini yiyiyor.Hiçbiri bir diğeriyle barışık değil. İşte yeniden paramparça olmayı deneyimliyorum, kendine tuzla buz olmuş bir aynadan bakmayı.Her parçada birbirinden farklı arzuların gözyaşları. Her gözyaşı kırık aynalardan sızıyor ve her kırık parça kalbime,ciğerlerime,gözlerime,etime saplanıyor. Lime limeyim.

Neden Saçların Beyazlamış Arkadaş


Prinkipo. Büyük Ada’nın en ücra köşesinde bir Rum meyhanesi.  Meyhanenin sahibi Fıstık Ahmet. Has adalı. Fıstık lakabını  ilkokulda arkadaşları takmış O’na. Fıstık Ahmet’in gerçekten de fıstık yeşili gözleri vardı. Akşamcılıktan kızarmış göz akının içinde ışıl ışıl yanan fıstık yeşili bir çift göz.
Her akşam  aynı insanlar teşrif ederdi Fıstık Ahmet’e. Turistlerden kaçan ve çoğunlukla yalnız demlenen Ada’lılar. Kimse kimseyi rahatsız etmez herkes usul usul içerdi. Her akşam artık mutfakta ne varsa sofralara konan mezeler, balıklar, rakı ve Türk sanat müziği.

Ayin


Yaklaşık 2 ay kadar önce bir sinemada yerde -evet yerde- Javier Bardem’in resmini gördüm. Bu bir film afişiydi. Filmin gelmesine 2 aydan fazla vardı ve filmin adı, ‘Biutiful’du. O an tanımlayamayacağım bir şey hissettim. Bu filmin benim için derin bir anlamı olacağını falan. Sonradan öğrendim ki yönetmen Alejandro Gonzales İnarritu’ymuş. Paramparça Aşklar ve Köpekler (ne muhteşem bir isim), Babil ve 21 gram’ı çeken adam.