Sadece bir an için düşüncelerimi
durdurabilseydim.Tek bir an.An denen o nokta, sonsuzluğa açılan o kapı ve hemen
kapansın razıyım.Bir an için okyanusu hissetsem.Yola devam etme gücü.O
noktacıkta dinlenebilmek. Aklıma gelen şeyler,zihnimin içinde birbirini
yiyiyor.Hiçbiri bir diğeriyle barışık değil. İşte yeniden paramparça olmayı deneyimliyorum,
kendine tuzla buz olmuş bir aynadan bakmayı.Her parçada birbirinden farklı
arzuların gözyaşları. Her gözyaşı kırık aynalardan sızıyor ve her kırık parça
kalbime,ciğerlerime,gözlerime,etime saplanıyor. Lime limeyim.
Akşam, yavaş yavaş iniyor şehrin üzerine.
Pembe bir battaniye gökyüzü.Mavisi de var.Kız olursa pembe, erkek olursa mavi.Doğuracak
mıyım sahi? Yoksa öldürecek miyim onu?
Hamile kadınlara iki canlı derler ama bende
çok can var. Bir canım anne olmak
istiyor.Bir canım çok korkuyor. Bir canım umutla çarpıyor ,bir canım umudun
suratına kapıları çarpıyor,çok geç kaldın diyor , o tren kaçtı artık ve
kitliyor kendini o karanlık odaya.
Mustafa.Artık bu meselede o yok.Uzun
kirpikli,öldürücü güzellikte,ölümüne
bencil ve beni bir türlü sevemeyen Mustafa.Ama isterdi beni sevmeyi.Kendisini
bu kadar seven beni yanında tutmayı,içine sindirmeyi.Beğenmeyi.Beğenmesi
gerektiğini düşündüğü ama bir türlü kalbine alamadığı beni.Anlıyorum onu
,kanının akış hızı onu çok başka rüzgarlarla sürüklüyor.Bizim rüzgarlarımız
farkli.Benim için ılık ılık esen, artık sadece akşam serinliğinin rüzgarıyla aynı değil onun başında esen
yeller.Onun gibi ömrümün baharında , kışımın giriş kapısındayım. İçeri
yalnız,eksik ve zamanın akışına karşı çaresiz girmek var.Büyük ihtimalle de
öyle olacak.
Tunceli’de bu belediye otobüsünde ne işim var
benim? İşim var sahiden de.Bu benim işim.İzlemek,bakmak,gördüğümün ötesinin de
ötesini görmek. Aynı havayı soluduğum ruhlara nüfuz edebilmek. Ruhların kokusu
vardır.Havayı değil ruhları koklarım ben. Havayı koklarmış gibi yaparken..ve
kokusu azalan bir ruh ,ruhsallığını unutuyor demektir.Kokusunu kaybetmiş bir
ruhun bedeni daha fazla kokar ve o kokuyu bastırmak için daha fazla parfüm
sürmek gerekir.Bu otobüsteki insanların bedenleri kokmuyor ,parfüm de yok,ter
kokusu da..
Kafamın içindeki sesler bana ait
değil.Beynimin duvarlarına çarpıp yankılanarak geri dönen sesler..olmalısın,başarmalısın,başaramazsın,yapamazsın,sen
kimsin, ben kimim,başarırım,yine başarırım,kazanırım,yine kazanırım,onlara
gösteririm,ben onu sevdim,unutmalıyım, hatta seviyorum,onsuz daha iyiyim,yalnız
kalmalıyım, yazmalıyım,kaçmalıyım,dostlarıma sığınmalıyım,yazmalıyım,mesafe
koymalıyım,onaylanmalıyım,sevilmeliyim,yazmalıyım,kendim olmalıyım,içime
dönmeliyim,yazmalıyım,doğru yerde doğru zamanda olmalıyım,izlemeliyim,geç
kalmamalıyım,yazmalıyım,çocuk yapmalıyım,ya özgürlüğüm,anne olmalıyım..annem
gibi..onlar gibi.
Şu karşımda oturan genç kadın gibi.
Kucağında bebeği,bebeği gibi kendisi de pembe
yanaklı, taptazecik bu kadın benim kızım olabilirdi.Bu durumda kucağındaki de
torunum.Bunun farkında olmak, sadece bu gerçeğe ,bu olasılığa bakmak kocaman
bir dalga gibi çarpıyor yüzüme.Ve
bu farkındalığın, bu görme gücünün içinde
kendimle boğuşuyorum.Vücudumu ateş basıyor. Menapozdan mı, hamilelikten
mi, öfkeden mi,şaşkınlıktan mı,sevinçten mi?
Dünyadan habersizliği ,bebeğine gösterdiği
ilgisi,sevgisi ne güzel.Gözlerimiz karşılaşıyor, gülümsüyorum. Mahcup,karşılık
veriyor. Bir büyüğüne bakar gibi saygıyla karşılıyor gülümsememi.Başımı dışarı
bakmak üzere çevirdiğimde beni inceliyor. Kıyafetlerime, ayakkabıma,küpelerime
bakıyor. Bilmediği bir başka dünyadan gelen bu kadını merakla inceliyor.Ben
onların kokusunu duyuyorum.Torunum ve kızım olabilecek bu iki ruhun. Onunla
hiçbir ortak yanımız yok. Hayatlarımızın hiçbir yolculuğu birbirine benzemez.
Ama burdayız işte, Tunceli’de son durağa doğru ilerleyen bu
otobüsteyiz.Farkettirmemeye çalışarak birbirimizi inceliyor ve kokluyoruz.
Konuşarak değil koklaşarak anlaşıyoruz.
Bu genç kadınla dertleşsem, acır mıydı halime?
Evlenmiş, doğurmuş hele de kocasıyla iyi kötü anlaşan her kadın sahip olduğum
parayı, taparcasına bağlı binlerce okuru,bir kalemde siler ve acır bana. Onlara göre hayatı ıskalamış
,eksik bir kadınım ben. Hak veriyorum bu bakışa. Benim lanetim bu, her bakışa
hak vermek, anlayabilmek ama sonsuz
bir inatla kendi bildiğini yapmak ve aynı zamanda nimetim.Anlamak, anladığını
kendi ruhunun mağaralarında demlendirip yeni anlayışlar yaratmak.
Şehrin en uzak köşesine giden bu otobüsün
sakinleri yorgun olmalılar ama görünen o ki bu insanlar ne çok umut dolu, ne de
yorgunluklarında kaybolmuşlar. Onlar şimdi,buradalar.Şurda uyuyan yaşlı adam
bile burda. Büyük ihtimalle rüyasında da bir belediye otobüsünde.Belki
Tunceli’de değil,belki onun otobüsü güneye iniyor.Neredeyse gülümsüyor ,belki
seyredildiğinin bile farkında. Ona ve şu an kaderimin kısaca ve basitçe bir
yerden bir yere birlikte gitmekle kesiştiği bu insanlara bakıyorum.
Arkamda oturan 3 lise öğrencisinin seslerini
duyuyorum, bazı harflere keskin basışlarını ve bazı harfleri yok sayışlarını dinliyorum.Gençlerin
konuşmalarında televizyonun etkisi çok net.Aksanları var elbet ama daha yumuşak
onlarınki.Anneleri babaları ,hele dedeleri, büyükanneleri gibi dünyadan kopuk
ve coğrafyanın sınırlarında hapis değiller.Öylesine içten ve tatlı tatlı
kıkırdıyorlar ki, okulda geçirdikleri bugünün hayatlarının en mutlu, en geniş
ve belki de en özgür günleri olduğunu hayal ediyorum. Ruhları yükseliyor gülüşleriyle ve
ruhları yükseldikçe rahiyasını daha kıvamlı bırakıyor havaya..
Bazen 46 yaşında olmak bana kendimi özellikle
iyi hissettiriyor. Yüzümde çizgiler çoğaldıkça içim genişliyor
ferahlıyor.Çizgiler dıştan derinleşirken içimi de derinleştiriyorlar..ve
yazdıklarımı da.Sahi başarılı oldum mu? Ah anne aslında bu senin derdin, onu
bana sen verdin. Ben hep sadece yazmak istedim,sen tutkumu zehirledin.
Sen bende yankılanan en acımasız sessin.Bana
kes sesini diyen o mantıklı ses.Neyseki o yankıların arasında sadece benim
bildiğim gizli yollarım var.Oralardan akarım,kendimi yakarım,eksilir çoğalırım
ama yine de kelimelerimi akıtırım. Ben bir yazarım ve zavallı bir kadın. Aşkı
kitaplarında ve kitaplardan bilen.Kimse inanmaz. Yanıma yaklaştırmam
bilmesinler diye. Hırsından, başarı tutkusundan hayat arkadaşı edinememiş,
aşkta başarısız bir kadın ve kitapları çok satan bir yazar.
İki yaşlı kadın bindi şimdi.Onlar
yorgun.Birbirlerinin suratlarına bakmadan,kıpırtısız yüzlerle,kendilerinin bile
duymadığı seslerle,bitkin konuşuyorlar.Öylesine bezgin,öylesine vazgeçmiş ve
gülmeyi çok uzun süre önce bırakmışlar ki.Bırakılmışlar belki de.Büyük
ihtimalle..Ne hakkında konuşuyorlar? Akşam ne yemek yapacaklarını mı yoksa
çocuklarının kendilerinden miras aldıkları mutsuzluklarını mı? Mutluluktan ya
da mutsuzluktan konuştuklarını sanmıyorum. Vazgeçmek, insanın şahsi sözlüğünden
kelimelerin kayıp gitmesiyle
resmileşir.Kelimeler duyguların,kavramların bedenleridir ve kelimeler
kayboldukça eksilir insan. Vazgeçmek bahsetmeyi bırakmaktır ve bu kadınlar
artık günlük yapılacak işlerden, torunlarından, nefret ettikleri gelinlerinden
ve mutsuz kızlarından ve belki de ölmüş kocalarından, yani görevlerinden,
bıkkınlıkla bahsetmekten başka sözü edilecek hiç bir kelime bırakmamışlar
geriye. Evlerinin tahta merdivenlerini ovalar gibi sabunlu sularla temize
çekmişler mana defterlerini.Kokularını alamıyorum.Ve onların adını vazgeçmişler
koyuyorum. Belki iki yaşlı adam olarak girerler romanıma. Yaz günleri ağır
kokular salan bedenlerini Tunceli’nin güneşi altında sürükleye sürükleye bir
yerlerden bir yerlere taşıyan ve yavaş yavaş
ateşten,kıvılcımdan,dalgalardan,rüzgardan ve ağaçlardan kopan iki ruh.
Bir başka durak.Bu otobüs hayat gibi. Hayatlar
gibi. İlk nefesle başlayan yolculuk ,o yolculuğa katılan başka hayatlar ve son
durakta içi boşalan bedenler gibi,bu otobüs de boşalacak. Çekildiği garajda
sessiz, ıssız, içine dolan nefesler sanki hiç alınmamış,sanki hiç verilmemiş
gibi, kimsenin hatırlamadığı bir hurda yığını olacak.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder