15 Şubat 2011 Salı

Otobüs


Sadece bir an için düşüncelerimi durdurabilseydim.Tek bir an.An denen o nokta, sonsuzluğa açılan o kapı ve hemen kapansın razıyım.Bir an için okyanusu hissetsem.Yola devam etme gücü.O noktacıkta dinlenebilmek. Aklıma gelen şeyler,zihnimin içinde birbirini yiyiyor.Hiçbiri bir diğeriyle barışık değil. İşte yeniden paramparça olmayı deneyimliyorum, kendine tuzla buz olmuş bir aynadan bakmayı.Her parçada birbirinden farklı arzuların gözyaşları. Her gözyaşı kırık aynalardan sızıyor ve her kırık parça kalbime,ciğerlerime,gözlerime,etime saplanıyor. Lime limeyim.


Akşam, yavaş yavaş iniyor şehrin üzerine. Pembe bir battaniye gökyüzü.Mavisi de var.Kız olursa pembe, erkek olursa mavi.Doğuracak mıyım sahi? Yoksa öldürecek miyim onu?
Hamile kadınlara iki canlı derler ama bende çok  can var. Bir canım anne olmak istiyor.Bir canım çok korkuyor. Bir canım umutla çarpıyor ,bir canım umudun suratına kapıları çarpıyor,çok geç kaldın diyor , o tren kaçtı artık ve kitliyor kendini o karanlık odaya.

Mustafa.Artık bu meselede o yok.Uzun kirpikli,öldürücü güzellikte,ölümüne  bencil ve beni bir türlü sevemeyen Mustafa.Ama isterdi beni sevmeyi.Kendisini bu kadar seven beni yanında tutmayı,içine sindirmeyi.Beğenmeyi.Beğenmesi gerektiğini düşündüğü ama bir türlü kalbine alamadığı beni.Anlıyorum onu ,kanının akış hızı onu çok başka rüzgarlarla sürüklüyor.Bizim rüzgarlarımız farkli.Benim için ılık ılık esen, artık sadece  akşam serinliğinin rüzgarıyla aynı değil onun başında esen yeller.Onun gibi ömrümün baharında , kışımın giriş kapısındayım. İçeri yalnız,eksik ve zamanın akışına karşı çaresiz girmek var.Büyük ihtimalle de öyle olacak.

Tunceli’de bu belediye otobüsünde ne işim var benim? İşim var sahiden de.Bu benim işim.İzlemek,bakmak,gördüğümün ötesinin de ötesini görmek. Aynı havayı soluduğum ruhlara nüfuz edebilmek. Ruhların kokusu vardır.Havayı değil ruhları koklarım ben. Havayı koklarmış gibi yaparken..ve kokusu azalan bir ruh ,ruhsallığını unutuyor demektir.Kokusunu kaybetmiş bir ruhun bedeni daha fazla kokar ve o kokuyu bastırmak için daha fazla parfüm sürmek gerekir.Bu otobüsteki insanların bedenleri kokmuyor ,parfüm de yok,ter kokusu da..

Kafamın içindeki sesler bana ait değil.Beynimin duvarlarına çarpıp yankılanarak geri dönen sesler..olmalısın,başarmalısın,başaramazsın,yapamazsın,sen kimsin, ben kimim,başarırım,yine başarırım,kazanırım,yine kazanırım,onlara gösteririm,ben onu sevdim,unutmalıyım, hatta seviyorum,onsuz daha iyiyim,yalnız kalmalıyım, yazmalıyım,kaçmalıyım,dostlarıma sığınmalıyım,yazmalıyım,mesafe koymalıyım,onaylanmalıyım,sevilmeliyim,yazmalıyım,kendim olmalıyım,içime dönmeliyim,yazmalıyım,doğru yerde doğru zamanda olmalıyım,izlemeliyim,geç kalmamalıyım,yazmalıyım,çocuk yapmalıyım,ya özgürlüğüm,anne olmalıyım..annem gibi..onlar gibi.
Şu karşımda oturan genç kadın gibi.

Kucağında bebeği,bebeği gibi kendisi de pembe yanaklı, taptazecik bu kadın benim kızım olabilirdi.Bu durumda kucağındaki de torunum.Bunun farkında olmak, sadece bu gerçeğe ,bu olasılığa bakmak kocaman bir  dalga gibi çarpıyor yüzüme.Ve bu farkındalığın, bu görme gücünün içinde  kendimle boğuşuyorum.Vücudumu ateş basıyor. Menapozdan mı, hamilelikten mi, öfkeden mi,şaşkınlıktan mı,sevinçten mi?

Dünyadan habersizliği ,bebeğine gösterdiği ilgisi,sevgisi ne güzel.Gözlerimiz karşılaşıyor, gülümsüyorum. Mahcup,karşılık veriyor. Bir büyüğüne bakar gibi saygıyla karşılıyor gülümsememi.Başımı dışarı bakmak üzere çevirdiğimde beni inceliyor. Kıyafetlerime, ayakkabıma,küpelerime bakıyor. Bilmediği bir başka dünyadan gelen bu kadını merakla inceliyor.Ben onların kokusunu duyuyorum.Torunum ve kızım olabilecek bu iki ruhun. Onunla hiçbir ortak yanımız yok. Hayatlarımızın hiçbir yolculuğu birbirine benzemez. Ama burdayız işte, Tunceli’de son durağa doğru ilerleyen bu otobüsteyiz.Farkettirmemeye çalışarak birbirimizi inceliyor ve kokluyoruz. Konuşarak değil koklaşarak anlaşıyoruz.

Bu genç kadınla dertleşsem, acır mıydı halime? Evlenmiş, doğurmuş hele de kocasıyla iyi kötü anlaşan her kadın sahip olduğum parayı, taparcasına bağlı binlerce okuru,bir kalemde siler ve  acır bana. Onlara göre hayatı ıskalamış ,eksik bir kadınım ben. Hak veriyorum bu bakışa. Benim lanetim bu, her bakışa hak vermek, anlayabilmek ama  sonsuz bir inatla kendi bildiğini yapmak ve aynı zamanda nimetim.Anlamak, anladığını kendi ruhunun mağaralarında demlendirip yeni anlayışlar yaratmak.


Şehrin en uzak köşesine giden bu otobüsün sakinleri yorgun olmalılar ama görünen o ki bu insanlar ne çok umut dolu, ne de yorgunluklarında kaybolmuşlar. Onlar şimdi,buradalar.Şurda uyuyan yaşlı adam bile burda. Büyük ihtimalle rüyasında da bir belediye otobüsünde.Belki Tunceli’de değil,belki onun otobüsü güneye iniyor.Neredeyse gülümsüyor ,belki seyredildiğinin bile farkında. Ona ve şu an kaderimin kısaca ve basitçe bir yerden bir yere birlikte gitmekle kesiştiği bu insanlara bakıyorum.
Arkamda oturan 3 lise öğrencisinin seslerini duyuyorum, bazı harflere keskin basışlarını  ve bazı harfleri yok sayışlarını dinliyorum.Gençlerin konuşmalarında televizyonun etkisi çok net.Aksanları var elbet ama daha yumuşak onlarınki.Anneleri babaları ,hele dedeleri, büyükanneleri gibi dünyadan kopuk ve coğrafyanın sınırlarında hapis değiller.Öylesine içten ve tatlı tatlı kıkırdıyorlar ki, okulda geçirdikleri bugünün hayatlarının en mutlu, en geniş ve belki de en özgür günleri olduğunu hayal ediyorum.  Ruhları yükseliyor gülüşleriyle ve ruhları yükseldikçe rahiyasını daha kıvamlı bırakıyor havaya..
Bazen 46 yaşında olmak bana kendimi özellikle iyi hissettiriyor. Yüzümde çizgiler çoğaldıkça içim genişliyor ferahlıyor.Çizgiler dıştan derinleşirken içimi de derinleştiriyorlar..ve yazdıklarımı da.Sahi başarılı oldum mu? Ah anne aslında bu senin derdin, onu bana sen verdin. Ben hep sadece yazmak istedim,sen tutkumu zehirledin.

Sen bende yankılanan en acımasız sessin.Bana kes sesini diyen o mantıklı ses.Neyseki o yankıların arasında sadece benim bildiğim gizli yollarım var.Oralardan akarım,kendimi yakarım,eksilir çoğalırım ama yine de kelimelerimi akıtırım. Ben bir yazarım ve zavallı bir kadın. Aşkı kitaplarında ve kitaplardan bilen.Kimse inanmaz. Yanıma yaklaştırmam bilmesinler diye. Hırsından, başarı tutkusundan hayat arkadaşı edinememiş, aşkta başarısız bir kadın ve kitapları çok satan  bir yazar.
İki yaşlı kadın bindi şimdi.Onlar yorgun.Birbirlerinin suratlarına bakmadan,kıpırtısız yüzlerle,kendilerinin bile duymadığı seslerle,bitkin konuşuyorlar.Öylesine bezgin,öylesine vazgeçmiş ve gülmeyi çok uzun süre önce bırakmışlar ki.Bırakılmışlar belki de.Büyük ihtimalle..Ne hakkında konuşuyorlar? Akşam ne yemek yapacaklarını mı yoksa çocuklarının kendilerinden miras aldıkları mutsuzluklarını mı? Mutluluktan ya da mutsuzluktan konuştuklarını sanmıyorum. Vazgeçmek, insanın şahsi sözlüğünden kelimelerin kayıp  gitmesiyle resmileşir.Kelimeler duyguların,kavramların bedenleridir ve kelimeler kayboldukça eksilir insan. Vazgeçmek bahsetmeyi bırakmaktır ve bu kadınlar artık günlük yapılacak işlerden, torunlarından, nefret ettikleri gelinlerinden ve mutsuz kızlarından ve belki de ölmüş kocalarından, yani görevlerinden, bıkkınlıkla bahsetmekten başka sözü edilecek hiç bir kelime bırakmamışlar geriye. Evlerinin tahta merdivenlerini ovalar gibi sabunlu sularla temize çekmişler mana defterlerini.Kokularını alamıyorum.Ve onların adını vazgeçmişler koyuyorum. Belki iki yaşlı adam olarak girerler romanıma. Yaz günleri ağır kokular salan bedenlerini Tunceli’nin güneşi altında sürükleye sürükleye bir yerlerden bir yerlere taşıyan ve yavaş yavaş ateşten,kıvılcımdan,dalgalardan,rüzgardan ve ağaçlardan kopan iki ruh.

Bir başka durak.Bu otobüs hayat gibi. Hayatlar gibi. İlk nefesle başlayan yolculuk ,o yolculuğa katılan başka hayatlar ve son durakta içi boşalan bedenler gibi,bu otobüs de boşalacak. Çekildiği garajda sessiz, ıssız, içine dolan nefesler sanki hiç alınmamış,sanki hiç verilmemiş gibi, kimsenin hatırlamadığı bir hurda yığını olacak.




Hiç yorum yok: